Herkes mutlu ya da kimse mutlu değil.

Amaçlar değişiyor. Hayaller ertelemelere doymuyor. Ben? Ben, olmadığım gibi olmaya devam ediyorum. Bazen eksildikçe eksilmeme rağmen tamamlandığımı var sayıyorum. Bir şarkıya tesadüf ediyorum. Tüm eksiklerimi fazla fazla iade ediyor. Ya da beni çarpanlarıma ayırıyor. Bugüne kadar ne kadar kırılıp kendimi toparladıysam, toparladıklarımı yeniden yere saçıyor. Omuz silkiyorum. Hiçbir şey için üzülmeme sözü veriyorum. Minik şeylere tepki veren ruhuma engel olmaya çalışıyorum artık. Kalbimin çok hızlı çarpmasına, bünyemin ters yüz olmasına izin vermeme sözleri veriyorum kendime. Kanımın yüzüme hücum etmesini istemiyorum. Etrafımdaki insanların durmasını istemiyorum. Her sabah gözlerimi açtığımda halüsinasyon görmemeye çalışmaktan vazgeçiyorum. Kabulleniyorum laciverti.


Bazen diğer tüm seçenekleri yok sayıp iki şey olduğunu sanıyor insan. O ikilikteyim. Herkes mutlu ya da kimse mutlu değil. Yalnız kaldığın o anda kimse oluyorsun. Ama yalnız olmadığın anda herkessin. İnsan üzülüyor. Üzülmeli de zaten. Neden bilmiyorum ama mutsuzluk güzel his, yaratıcı. Acılar yaratıcı. Kalp kırıkları klişe fakat yaratıcı.

Sadece yaz. Yazmak, boyamak gibi değil. Anlatmak gibi. Ya da belki boyamak. Boyamak da anlatmak. Beyaz bir sayfayı ya da beyaz bir ekranı bedeninde var olan bütün düşüncelerin ve duyguların rengine boyamak. Anlatmak da değil belki. Konuşmak. Fakat hangi renklerle? Ben çoğunlukla beyaz sayfaları siyaha boyadığımı fark ediyorum, bazen araya çocukluk girip sıcak renklere çevirmese hepten karanlığa boğulacağım. Ama neyse ki bir zamanlar çocuktum ve hala bir yerimde yaşar.

(Az sonra bilerek yazım hatası yapacağım, içim hiç rahat değil ama bunu yenmem lazım.)

***

Yo! (bkz: yazım hataları fobisi) Ön yargıları kıramıyorum. Olmuyor. Birinin kafasında öyle bir zaruret var ki, adı da ön yargı. Yahu başka bir insanın kafasına girip bütün ihtimalleri onun yerine değerlendirip sonra da olumsuz sonuçlarda boğulan insanlar var. Ben asıl onların kafasının içine girip bir arkadaşa bakıp da çıkacaktım demek istiyorum. Varsayıyorum ki, "Bu fikri onaylamaz." diyor birisi, "Yahu!" diyorum, "Onun yerine düşünmesene, git sor!" Ama, "Yok" diyor, "Zaten onaylamayacak." Sanırsın kafasında bir paralel evren kurmuş da gidip sormuş o da yok, olmaz demiş. Bu kafa nasıl bir kafa ben anlamıyorum. Açıklamalar yapıyorum. Bak kardeşim, o iş öyle olmuyor. Sen tüm somutluğunla gidip o somut ağzını açıp o somut sesinle cümleleri kurup sonuna da somuttan bir soru işareti eklemeyi ihmal etmeyip cevabı karşı tarafın kendi hür iradesiyle vermesini bekleyeceksin, o da sana o muhteşem somut ağzıyla cevap verecek.

(Yazım hatası yapmadan önce bilerek yaptığımı belirttiğime göre henüz yenmiş sayılmam.)

Bu durum birçok kez birçok insanla başıma geldi. Bir şekilde ikna edip somutlaştırdım kafasındakileri ama sonra ne oldu? Sonra bir gün yine aynı ön yargıyla boğuşurken gördüm. Her seferinde birinin seni somutlara mı itmesi gerekiyor? Paralel evren de bir yere kadar. Bir olumlu ön yargı deneyiminden sonra niçin yine olumsuz ön yargılara boğuluyorsun? Çünkü onaylamaz, mı? Sonsuz boşluğun içine düş he mi?

Ben bazen o sonsuz boşluğun içine düşüyorum işte. Olumsuz şeyler kurmamaya çalışıyorum paralel evrenimde. Ama bazen kafamdaki paralel evrende bile olumsuzluklar yakama yapışabiliyor. Şimdi bilgisayarın beyaz tuşlarına melül melül bakıyorum mesela, yine mi düştüm acaba diye? Şarkıyı başa sarıyorum, çıkıyorum boşluktan. Bak, bir şarkı beni boşluktan çıkarabiliyor. Gülümsedim.

Ben bir şeylere başlamakta ve bitirmekte çok zorlanan biriyim. İçime bir türlü sindiremiyorum başlangıçları ve sonuçları. Beni bir yazının ortasına atın. Beni bir okyanusun ortasına atın. Beni bir insanın ruhunun ortasına atın, merhaba demeden. Çünkü ben merhabaları ve hoşçakalları sevmiyorum. Ben hızlı giden trenleri seviyorum. Hem tren yavaşken ya gitmeye ya da durmaya karar vermiş oluyor.  Ama ben gitmek ya da durmak istemiyorum. Ben ilk ya da son istasyonlarda bulunmayı istemiyorum. Ben tren ilk istasyona ve son istasyona hiç uğramadan sonsuzlukta devam etsin istiyorum. Belli ki sonsuzluğu seviyorum.

Seviyorum tabi. Çocukken de sürekli kafam buna takılırdı. Böyle sonsuz yaşama sahip doğaüstü karakterlere sahip filmleri, dizileri izlerken hep sonsuzluğu düşünürdüm. Zamanın başından itibaren sonsuzluğu yaşamak isterdim. Ömrüm bana hep çok az gelirdi. Hala öyle gelir. Az çünkü. Öleceğim zamanı bilsem de bir şey değişmez. Ben zamanın her yerinde bulunmak istiyorum. Hepimiz biraz ölmek isteriz. Bazen ben de isterim. Ama daha çok yaşamak isterim. Daha çok, daha eski ve daha yeni.

Çok hayalperestim. Fakat hayaller çok güzel değil mi? Gerçekler suratımıza atılan tokatlar gibi. Ama hayaller? Hayaller benim saçlarımı okşuyor, hayaller bana gülümsüyor, hayaller bir kış mevsiminde dışarıda kar yağarken ve bütün sokakları kaplarken beni sıcacık yapıyor. Bir yandan üşüyorum ama hissetmiyorum.

%50 realist %50 hayalperestim. O yüzden kim hangi yanımı görürse oraya bir etiket yapıştırmaktan vazgeçmiyor. Beni her gördüklerinde bir etiket daha! Realist tarafım etiketlerle dolu ama hayalperestliğime ulaşan etiket sayısı bir elin parmaklarını geçer mi? Geçmez. İmkansız değil. Zaten çok da önemli değil, demek istemiyorum. Kendi kendimi ters köşe yapmayı da pek bir sever oldum. Duruyorum. Dur-dum!

SIR: Bir gün bir gün bir çocuk eve de gelmiş kimse yok.




Yorumlar

  1. Bence olduğun gibisin. Tutarlı olmak çok önemli değil. Bazen öyle bazen böyle olabilirsin. Gelecekte de nasıl olacağın bir tutarlılığın üzerine bina edilecek bir şey değil. İçinden ne geliyorsa öyle olmak önemli.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel bir yorumda bulunmuşsunuz, çok kıymetli, teşekkür ederim. Belki de olmadığım gibi olduğumda aslında olduğum gibiyimdir. Sevgiler...

      Sil
  2. Kafam çok mu dolu benim? Düşünce denizinizin içinde boğulmadan kendimi kıyıya zor attım. Herkes biraz kimse çokça herkes. Biraz mutlu çokça mutsuz. Amelie çekim hataları... Şirinlik:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bugün fark ettiğim üzere sizin de yorumunuz dahil bloguma gelen birçok yorum spam klasörüne düşmüş ve bu durum senelerdir devam ediyormuş. Bu sebeple yorumunuzu geç fark edip geç yayınlayıp geç yanıtladığım için çok üzgünüm ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  3. Harika yazıyorsunuz, bir radyo programında konuşan birileri gibi, bazen şiir oluyor bazen hayat cümleleriniz...
    Beyaz sayfaları siyaha değil de, hayallere boyayın o halde, efendim :) Hayaller renklidir. Önyargılı insanlar... Onlar hep olacaktır. Onları siyaha boyayın, olur mu? Bence olur :)
    Kaleminize sağlık!!! :)
    Bazı şeyleri benimde yenmem gerek. (bkz. -de)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunları sizden duymak güzel...
      Olur. Bence de olur. :) Teşekkür ederim, efendim!!! :)
      Bir gün yeneriz belki, kim bilir.

      Sil
    2. Bazen ben de kendime şaşırıyorum, efendim :)
      Teşekkürler benden! :)

      Sil
    3. Şaşırılmayacak gibi değilsiniz nitekim. :) Sağolun. :)

      Sil
  4. Çok güzel yazıydı. Hayal kurmadan olmaz ve ben hayal kurmayanlara çok şaşırırım. Yazı sonuna doğru çok akıcı oldu ayrıca :)) Kaleminize sağlık. Sonsuzluk ancak öldükten sonra var olacak. Hayal kurmaya hep devam edin, yoka bu gezegen iyice yaşanmaz olacak :))) Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, hayal kurmadan olmuyor, olmamalı. Bu hoş yorum için teşekkür ederim. :) Sevgiler,

      Sil
  5. Gri olamam ben de. Ya siyah ya da beyaz. Bazen siyah bazen beyaz. Bazen hayalperest bazen realist. Bazen iyimser bazen karamsar. Güzel bir beyin fırtınası. Başlar ve sonlar da zaman zaman ürkütücü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazenler çoğalıyor bazen. :) Haklısınız, ürkütücü. Bu güzel yorum için teşekkürler...

      Sil
  6. Kendi hayal aleminizin girdabinin kapısı kaleminiz. Tikladigi anda çekip içine alıyor öykünün. Kaybolduğu bir yerde kendinden bir parça bulması ilginç insanın.. Beslendigi kaynak acıya, nasıl bir temennide bulunmaliyim bilemedim.. ✌ 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel bir yorumda bulunmuşsunuz, teşekkür ederim.:) Sevgiler,

      Sil
  7. Blogunuzu google+ da gezerken kesfedip takibe aldim. Bloguma da beklerim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bugün fark ettiğim üzere sizin de yorumunuz dahil bloguma gelen birçok yorum spam klasörüne düşmüş ve bu durum senelerdir devam ediyormuş. Bu sebeple yorumunuzu geç fark edip geç yayınlayıp geç yanıtladığım için çok üzgünüm ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  8. Etkileyici blogunuzu yeni keşfettim ama artık takipteyim, bize de bekleriz,

    http://hedefbodrum.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
  9. Güzel bir beyin fırtınası desem yanılabilirim. Beyinden çok duygu fırtınası. Sırlı bir yazı ve içinde sırrın da sır saklı. Hani ne desem içinde fındığı saklı çikolata. Çifte kavrulmuş lokum. Ya da fırında sütlaç ama damla sakızlı olanından. Nasıl nitelendirirsek nitelendirelim, Bir edebi kitaba başlasanız deneme türünden bir fenomen olursunuz gibi söz etsem bunu asla kompliman olarak söylemiyorum. Güneş balçıkla sıvanmaz ki!. Keyifli, zevkle okuduğum bir blog yazısı. Ona buna saldırmayan, seviyeli, fakat dediğim gibi içinde hakikat olan bir yazı. İnanç, umut, hayal, halisilasyonlar, harfler, renkler, kokular, bilinç altı mesajlar, safiyet, masumiyet ve belki de vintage kültürünü seven, nostalji değerlerini siyahbeyaz fotoğraflardan taşıran bir atölye gibi duygularınızı yansıtıyorsunuz. Düşünce kalıpları beynin kıvrımlarıyla sınırlandırılabilir belki ama, duygunun kalıbı yoktur; kalbi vardır. O kalp sonsuzluğu içinde barındırır. Biraz sevgi, biraz şefkat, biraz merhamet ve vicdan kapısıdır. İnsan olabilme ve insanca davranabilme arayışlarıdır. (Sürçilisan ettiysek affola)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel benzetmeler yapmışsınız, yazdıklarımdan böyle bahsetmeniz beni mutlu etti. Sanıyorum kırk fırın ekmek yemem gerekiyor edebiyat fenomeni olmak için. Yavaş yavaş yiyebilirim. Bu samimi yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. (Estağfurullah, güzel bir lisanınız var.)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar